Hayatta acı veren ne varsa ondan kaçıyoruz. Onları tedavi etmiyor, sadece ağrılarını dindiriyoruz. Rahatsız eden sesleri durdurmuyor, müziğin sesini yükseltiyoruz. Kaçış olarak herşeyi kullanıyoruz. Sinema, televizyon, spor, seyahat, yemek, içki, seks, uyuşturucular, sakinleştirici ilaçlar…ne bulursak, her şeyi kullanıyoruz.
Aslında, kaçtığımız şeylerin, dışarıdan değil, içimizden kaynaklandığını ve bunlardan kaçamıyacağını biliyor, yine de bunlarla yüzleşmekten çekiniyoruz.
Karşıtların birinden kaçıp, diğerine sığınma düşüncesi beraberinde korkuyu getiriyor. İnsanlar ölüm korkusuyla yaşama, acı korkusuyla eğlenceye, yaşlılık korkusuyla gençliğe, fakirlik korkusuyla mala mülke sarılıyorlar. Ne var ki, karşıtlardan biri olmadan diğerinin olamıyacağı gerçeği, korktukları neyse onu daha da büyüterek karşılarına getiriyor. Kaçtıkca daha çok acı çekiyorlar. Korkularından kurtulmak istedikce, onların kölesi oluyor, korkularının onları yönetmesine izin veriyorlar.
Bu kölelikten kurtulmanın tek yolu onları kabul etmektir. İnsanları ölümle tehdit ederek istediğiniz gibi yönlendire bilirsiniz. Ama, “İster öleyim, ister yaşayayım, ikisini de kabul ediyorum, benim için fark etmez” dedikleri anda, onlar üstündeki gücünüzü kaybedersiniz.
Korkularımıza böyle baktığımız an, şartlar ne olursa olsun mutlu olma yeteneğini elde etmişiz demektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder