Yaşanan her şeyi bir sebebi, bir de sonucu var. Öyle iç içe geçmiş olaylarla dolu hayatlar yaşıyoruz ki, sonuç zannettiğimiz esaslı bir başlangıca, başımıza gelen en büyük şans sandığımız, hayat boyu sürecek bir pişmanlığa evrilebiliyor.
Yıllarca değişmez dediğimiz şeyler, günler içinde değişiyor, önce ağzımız açık izliyoruz bu hızlı değişimi, sonra biz de günler içinde alışıveriyoruz.
Sizi bilmem ama ben, bu dünyada yaptığımız her şeyi, daha bu dünyadan ayrılmadan, şu kısa insan ömrüne sıkıştırılmış bir karşılığını göreceğimize inanıyorum.
Bir adam;
2011 yılında dijital hayatımın bana kazandırdığı değerlerden biriydi. Tanımıyordum ama iyi bir adam olduğunu hissetmiş, bir kahvesini içmeye gitmiştim. Eyüp sırtlarındaki bir TV kanalının Haliç manzaralı bir odasında, kot pantolon ve tişörtle, kelimenin tam manasıyla “genç” bir adam karşıladı beni.
Birkaç saat sonra en ciddi yüzüyle, koyu bir takım elbiseyle memleketin –genellikle yorucu, boğucu- gündemini Elazığ’daki, Van’daki, Aydın’daki, Konya’daki evlerin salonlarına canlı bağlanarak anlatacaktı ama hiç de öyle “önemli adamım ben, o TV’de gördüğünüz adam var ya işte o benim” havası yoktu.
Oturduk, müzikten konuştuk, sanattan konuştuk, gençlerden, gelecekten, kısacası güzel olan şeylerden… Arkadaş olduk, sonrasında da tekrar tekrar buluştuk, sohbetimiz hep demli çay kıvamında kaldı.
Sohbetlerimizden birinde çok sakin bir şekilde, adeta “tatlı tatlı” anlattı tüm Türkiye’nin gözünün önünde, canlı yayında kovulan ilk muhabir olduğunu.
1996 yılında 20’li yaşlarında genç bir muhabirken, ülkenin gelmiş geçmiş en meşhur anchorman’inin yanında çalışıyordu. Bir gün, ülkeyi karışık, karanlık günlere, huzursuzluğa hazırlayabilmek adına, ortalığı toz duman eden bir haber yayınlandı. “Ülke elden gidiyor” hissi vermek için özel tasarlanmış bu haberden sonra ünlü anchorman şöyle bir açıklamada bulundu.
“Sevgili izleyiciler, az önce bir haber verdik. Bu haber bizim yayın çizgimize hiç yakışmıyordu. Bu yüzden sizden özür diliyorum. Ve bu haberi yapan arkadaşımız ….. …..’yı tüm Türkiye’nin huzurunda canlı yayında işten atıyorum.”
Şok olmuştu genç adam, nutku tutulmuştu. Tüm Türkiye’nin gözü önünde işten kovulmuştu.
İşin garip tarafı, aslında bu haberle ilgisi bile yoktu genç muhabirin, bu haberi o yapmamıştı.
Bana bu hikayeyi büyük bir sakinlikle, olgunlukla anlatmasına şaşmıştım doğrusu. “Kovuldum” kelimesini tek kelime olarak söyleyemeyip, uzun cümlelere yaymayı seven milletiz ne de olsa.
Yıllar, yıllar geçti o kovulmanın ardından. O toy, acemi genç muhabir gitti, yerine ekranların beyefendi, mütevazı ve sakin yüzü geldi. O artık bir ana haber sunucusuydu.
Bir gün ülkenin en önemli haber kanallarından birinin genel yayın yönetmenliğine transfer olduğu duyuruldu bu haber adamının. Ama tırmanış henüz bitmemişti. Kaderin cilvesi döngüyü henüz tam olarak tamamlayamamıştı.
Birkaç hafta sonra, bir sürpriz haber daha düştü ajanslara. Ülkenin en çok izlenen kanallarından birinin yeni anchorman’i belli olmuştu.
Evet, bu yeni anchorman, Türkiye’nin canlı yayında kovulan ilk muhabiri Erhan Çelik’ten başkası değildi.
Ve kaderin cilvesi yerini bulmuştu, Erhan Çelik’in başına geçtiği kanal, kovularak ayrıldığı Show TV’ydi. Koltuğu da kendisini kovan adamın, Reha Muhtar’ın koltuğu…
Ekranların beyefendi yüzü, haberi bağırıp çağırmadan da sunabilen, izleten adamın hikayesini okudunuz.
“On Dördüncü Kural: Hakk’ın karşına çıkardığı değişimlere direnmek yerine, teslim ol. Bırak hayat sana rağmen değil, seninle beraber aksın. Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?”
Şems-i Tebrizi
Google Plus Sayfam+Benzer YazılarRöportaj : Bluetooth ile Lokasyon Bazlı Reklam ve pazarlama – Haberturk1 Milyar Dolarlık Türk Sanayici Nokia 3310′unu Neden Değiştirmiyor?Karda, Buzda Düşüp de “Kariyerinizi” Kırmamanın 10 Altın KuralıGüç yürekten, liderlik doğuştan gelir. Bölüm 1Prof. Dr. Arman Kırım’ın ardından..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder