4 Şubat 2015 Çarşamba

Girişimciliğin Metafizik Boyutu

1699 yılında baldırı çıplak takımından biri (o devirlerde işsiz-güçsüz, parasız-pulsuzlara verilen bir sosyal sınıf adıymış bu) tarafından bulunan bir parlak taş bulunmuştu. Bu taşın ne olduğunu dahi anlamayan adam elindeki taşı üç tahta kaşık karşılığında bir kaşık imalatçısına, yani bir kaşıkçıya verir. Kendisi için çok kârlı bir ticarettir, yerde bulduğu ve ne olduğunu bilmediği bir taş karşılığında üç kaşığı olmuştur.  Bilmeden, üç kaşığa sattığı taş, bugün dünyanın en meşhur 22 elmasından biri olan Kaşıkçı Elması’ndan başka bir şey değildir.

Elinde böyle bir değer varken, bu değerle hayatını değiştiremeyen, üç kaşıktan başka hiçbir şey elde edemeyen adamın eksiği neydi? 

Girişimcilik kavramı, 19. yüzyılda Fransız ekonomist Jean Bastiste Say tarafından ilk olarak telaffuz edildiğinden beri kaleme alınan makalelerin büyük çoğunluğu girişimciliğin matematiği üzerineydi. Bir şeyler hep eksikti, kitaplara dökülemeyen, formülize edilemeyen unsurlar.

Bu unsurlar girişimciliğin görünmeyen ama çoğu zaman büyük farkı yaratan unsurları metafizik unsurları . Bu unsurları Girişimcilik Ruhu, Girişimci Tutkusu ve Şans/Kısmet olmak üzere üçe ayırıyorum.

GİRİŞİMCİLİK RUHU

Girişimcilik ruhu, normal bir insanla girişimci arasındaki yegâne farktır. Bu farktan dolayı herkesin kafasının bir yerlerinde bir gün kendi işinin sahibi olmak yatarken, bazıları bunu hayata geçirir. Fikirler herkesin aklına gelirken bazıları o fikri bir işaret fişeği sayar ve o anda harekete geçer.

Girişimci ruh doğuştan ya da hayatın zorlamasıyla olabilir. Bu aynı zamanda “Girişimci olunur mu, doğulur mu?” paradoksunun da cevabıdır. Bana göre cevap, “her ikisi de olabilir”dir.

Bazıları girişimci doğar, çok erken yaştan itibaren (ki bu yaşlar başarılı girişimcilerde 5 yaşlarında başlar) harekete geçerler. Onlar genetik ya da Allah vergisi bir yetenekle girişimci ruha sahip olurlar.  Onlar hayatlarının hiçbir döneminde içlerindeki ateşi söndüremez, hiçbir zaman rahat edemezler. Onlar için amaç sürekli denemek, sürekli aramak ve sürekli keşfetmektir. Onlar, oturdukları rahat koltuklarda görünmez raptiyeler olanlardır.

Bazıları girişimci olur. Hayat onları koşullarıyla kırbaçlar, zorluklarıyla canlarını yakar, kısık ateşte bir güzel pişirir. Onlar timsahlarla dolu havuza düşen, yüzme bilmeyen adam gibidir. Can havliyle atarlar kulaçları, havuzdan da can havliyle çıkarlar.  Onların girişimci olmaktan başka çareleri yoktur.  Ben onlara Küçük Emrah tipi girişimciler diyorum.

Türkiye’de çoğunlukla Küçük Emrah tipi girişimcilere rastlarsınız. Çünkü Türkiye’de girişimci olan her insan, sistemin birer iş kazasıdır. Çünkü o iş kazası olmasa, her şey yolunda gitse gencimizin girişimci değil, bembeyaz gömlekli bir bankacı olması gereklidir. İşte bu yüzden Türkiye’deki ezber bozan her girişimcinin hikayesini elinizde mendille dinlersiniz, çünkü onun başına gelen pişmiş tavuğun başına gelmemiştir.

Ben de 1992 Erzincan depreminde evinden barkından olmuş bir ailenin en büyük çocuğuydum, depremden sonra bir kamyon kasasında yaşamaya başlayan, oradan oraya, en son da İstanbul’a savrulan, hayatın büyütüp de küçülttüğü bir çocuk. İstanbul’a geldiğimizde 14 yaşındaydım. İnternet Türkiye’ye yeni gelmişti. Sermayem yoktu, yapabileceğim tek iş, aynı zamanda sermayesiz olan tek iş internetti. İnternet siteleri yapıp satmaya başladım, çok girişimci olduğumdan filan değil, başka çaremin olmamasından.

Hayatın ne acımasız olduğunu düşündüğüm zamanlardı. Oysa hayat, ilginç bir öğretme stili olan ilginç bir hocaymış sadece. Önce sınav yapıp, sonra öğretirmiş.

Çeşit çeşit işler yaptım, tezgahta tişört de sattım, maçlarda çekirdek de… Hiç boş durmadım, kendimi kadersiz, şanssız zannederken kaderimin beni hayata hazırladığının farkında değildim. Maça hazırlanan boksörün antrenörü gibiydi kaderim, doğru şekilde vurmazsam kafama bir tane indirirdi.

Ama girişimci ister doğuştan girişimci olsun, ister sonradan olsun, en önemli tarafı bana göre hayal kurabilmesidir. Girişimci ruhunun %50’si hayal kurabilme becerisi, geri kalan %50’si de uygulamaya geçmesi ve azmidir. Girişimci ruha sahip olmak için bu iki beceriye de sahip olmak gerekir ki zaten ikinci %50 yok ise o kişiye girişimci değil, hayalperest adı verilir.

Girişimci ruh yok ise ne yapmak gerekir?

 

Cevabı basit, tabii ki girişimci olmamak gerekir. Özellikle girişimcilik ekosisteminin gelişmesiyle girişimcilik genç kızlar için pembe panjurlu ev gibi bir hayale dönüşmeye başladı. Sadece pozitif yönlerinin ortaya konulduğu, sadece başarı hikayelerinin ortalarda dolaştığı bir hayal. Bir kaçış, hayattan ve mücadeleden kurtulmanın bir yolu.

Girişimci adayının şu soruya doğru ve dolu cevap vermesi gerekmektedir. “Girişimcilik, peki ama NEDEN?” Eğer cevap “Artık başkasının ağız kokusunu çekmek istemiyorum” ise biliniz ki girişimciler sizden daha fazla ağız kokusu çekiyor. Eğer cevap “Artık sabahları 7’de kalkmak istemiyorum, istediğim saatte uyanabilmek istiyorum” ise biliniz ki gerçekten de artık 7’de uyanmayacaksınız, çünkü 6’da uyanmış olacaksınız. Eğer cevap “maaştan bıktım, çok para kazanmak istiyorum” ise, yani motivasyon unsuru para ise biliniz ki yarı yoldan dönmeye çok yakınsınız. Çünkü bir girişimcinin para kazanmaya (ciro değil, dikkat!) kâr etmeye başlaması ciddi bir sabır gerektiriyor ve tabii ki uzunca da bir zaman). Kısacası halk tabiriyle “O işler öyle kolay olmuyor”.

Girişimciliğin bir marifet, bir çıkış yolu olarak algılatıldığı bir atmosferde elbette girişimci olmadığı halde özenen ve kendisini o forma sığdırmaya çalışanlar olacaktır. Girişimci ruhla değil çevre baskısıyla, özenmeyle başlayan yolculuklar maalesef ki çoğu zaman google’da “Etkili CV hazırlama teknikleri” ve “En uygun faizli ihtiyaç kredisi” aramalarıyla sonuçlanabilmektedir.

GİRİŞİMCİ TUTKUSU

İşte bu benim en sevdiğim kelime. Yıllar önce omerekinci.com‘da blog tutmaya başlarken mottom  olarak “Yola çıkacaksan tutkunu al yanına yalnızca” cümlesini seçmiştim. Çok düşünmemiştim üstüne, belki biraz da afili bir cümle olsun derken aklıma bu gelmişti ama olsun, bugüne geldiğimde hayatımda tutkunun ne kadar önemli yer kapladığını görüyorum.

Girişimci tutkusu, sabır ve sebat yetilerini de sağlar kişiye. Tutkuluysanız bir konuda kolay vazgeçemezsiniz. Tutkunuz varsa geceleri uyku uyuyamazsınız, içinizde bir meşale yanar adeta.

Girişimci olun ya da olmayın hayatı en güzel yaşayış biçimi bana göre tutku duyduğun şeyleri yapmaktır. Hayatın tadı da tutkuda gizlidir.

Girişimci olarak tutkunuz yoksa ne yapmalısınız, açıkçası bunu bilmiyorum çünkü sadece tutku duyduğum işlerde başarılı olabildim şimdiye ama tutkuyu canlı tutmak için neler yapılması gerektiğini sanırım biliyorum.

Tutku duyduğunuz hedef ve hayali fizikselleştirmek tutkuyu arttırır. Rahmetli amcam Akın Ekinci, tutkulu bir harita mühendisiydi. Şirketi Emi Harita küçük bir şirketken kendisine ve şirketine bir özel uçak satın alarak kendi uçağıyla hava fotoğrafları çeken bir şirket olmayı ve böylece büyüyüp Türkiye’nin bir numarası olmayı hedeflemişti. Ama bu hedefi canlı tutması ve yaşatması gerekiyordu. Bir gün sabah Emi Harita çalışanları ofise gelip masalarına oturduklarında çok şaşırdılar. Amcam satın almak istediği uçağın fotoğrafında kanadına photoshop ile EMİ Harita logosu koymuş ve sabah erkenden tüm çalışanlarının bilgisayarlarına bu fotoğrafı yapıştırmıştı. Tahmin edebileceğiniz gibi ama tahmin edebileceğinizden daha kısa süre içinde o uçak satın alındı. Emi Harita kendi alanında artık 1 numaraydı.Çevreyi tutkulu insanlardan oluşturmak.  Ne iş yapıyor olursa olsun yaptığı işi tutkuyla yapan, hayalleri olan ve bu hayalleri gerçekleştirmek için çabalayan insanların sayısı ne kadar fazlaysa çevrenizde, hayallerinizi gerçekleştirmeye o kadar yakınsınız demektir.Hayallerinizi ve gelişmeleri herkese anlatmamak. Evet, faydası var çünkü anlatırken de fikri kafanızda geliştiriyor ve gelen geri bildirimlerle fikri zenginleştiriyorsunuz ama kötü bir tarafı var ki iyi bir fikir ne kadar fazla kişiye anlatılırsa, fikrin sahibinde o fikri gerçekleştirmek için gereken motivasyon o kadar azalıyor. Çünkü fikrin gerçekleşmesi durumunda elde edilecek duygusal tatmin, anlatırken gelen beğenilerle sağlandığı için fikrin uygulamasına yeterli enerji kalmıyor.

Aşık olduğum tüm iş fikirlerimde başarılı oldum, hem de gerçekten başarı, hem de dolu dolu. Bir de “Eksik kalmayayım” diye yaptığım projelerim vardı, istisnasız hepsi başarısız oldu. Mesela bir dönem fena halde yaygınlaşan “e-ticaret trenini kaçırmayın” şehir efsanesine kanıp (bu efsaneyi uyduran kişiyi hala arıyorum) e-ticarete girdim ve çok sağlam bir başarısızlık hikayesi çıktı ortaya.

Girişimcilik ruhu ve tutkusu eksik olduğunda, iş fikrini hayata geçirmeye çalışan kişi dünyanın en değerli taşını üç kaşığa satmaya çalışan adamdan farksız hale geliyor. Yani herkesin aklına gelebilecek, hatta mütemadiyen gelen bir fikri eşsiz bir gerçeğe dönüştüren şey girişimcinin içindeki ruh ve sahip olduğu tutku.

GİRİŞİMDE ŞANS FAKTÖRÜ

Girişimciliğin matematiğinde hesaba hiç katılmayan bir diğer kavram da “şans”. Hemen hemen her felsefi ve dini öğretide farklı adlarla da olsa önemli bir yeri olan bu metafizik kuralına kimileri şans diyor, kimileri kısmet.

Bir filozofa sorarlar, “Şansa inanır mısınız?”, filozof cevap verir; “Evet, yoksa sevmediğim insanların başarılarını nasıl açıklayabilirdim?”

Bir de Albert Einstein’in güzel bir tanımı var şans ile ilgili. “Şans işin %50’sidir ve sadece hazır olanlara gelir.” der.

Kadere inanıyorsanız şans yerine kısmet, nasip de diyebilirsiniz. Adını ne koyarsanız koyun, şansın “havadan gelen”, kargo ile gelen bir kutudan çıkan bir hediye olmadığı aşikâr.

Şansın yanında doğru zaman, doğru mekan, doğru insanlar gibi farklı unsurların da başarılı bir girişim için bir araya gelmesi gerektiğini görürüz. Ya da tersten bakarak, çok başarılı projelerin farkında olmadan “müthiş bir zamanlama ile” doğduğunu görürüz. Birbirini hiç tanımayan kişilerin mükemmel bir ekip olup, ekip ruhuyla çalıştığını görürüz. Kısacası her şey o projenin başarılı olmasına yardım etmektedir.

İşte burada Simyacı girer devreye ve der ki “Bir insan bir şeyi gerçekten isterse tabiattaki her şey onun olmasına yardım eder.“

Hepsinin ötesinde, başarıya bir sonuç gözüyle bakmak, hayatı doğru anlayamamış olmaktır. Başarı ya da başarısızlık kavramları bizlerin zamanın ruhunu hiçe sayarak yapıştırdığı etiketlerdir. Bugün başarı sandığımız şey, yarın büyük bir başarısızlığa giden yolun kaldırım taşı olabilir, tam tersi bugün başarısızlıkla sonuçlandığını zannettiğiniz bir işi yaparken elde ettiğiniz deneyimler, yarın yapacağınız müthiş bir başarı için gereken bilgi birikimidir.

Kısacası, bir işi başarılı olmak için yapmak yerine onu en iyi şekilde, elden gelenin en iyisiyle hayata geçirmek, tutku ve haz duyarak çalışmak gerçek başarıdır. Geleceği bilmiyoruz, yarının neler getireceğini de… Bu kadar bilinmezlik içinde geleceği planlamaya çalışmaktan çok daha önemlisi yarına, her türlü senaryoya hazır olacak kadar deneyimli hale gelmeye çalışmaktır.

Bugün başarı hikayelerini okurken ya da izlerken düştükleri anları, kırılma noktalarını ve o noktada yaşanan eziyetleri pek görmeyiz, ya yazılmaz ya da yazıldıysa da bizim pek ilgimizi çekmez. Oysa başarı yere düşenlerle hiç düşmeden devam edenlerin yarıştığı ve hiç düşmeyenlerin kazandığı bir yarış değil,  düştükten sonra kalkıp devam edebilenlerle düştüğü yerde kalanların yarıştığı bir yarış. Kazananı da her zaman, düştükten sonra kalkıp, dizini tozunu eliyle şöyle bir silip yola devam edebilenler, azimli ve kararlı olabilenlerdir.

Not : Bu yazı Ertuğrul Belen tarafından kaleme alınan ve Optimist Yayınları tarafından yayınlanan Girişimciliğin Altın Kuralları kitabı için yazmış olduğum kısımdır. Benim dışımda kendi alanında lider birçok yazarın makalelerinin de olduğu bu kitabı tavsiye ediyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder